(the Time Keeper)
Üç yıl önce satın aldığınız ve okuyup önemli daha doğrusu ilgili gördüğünüz sayfalarına, satırlarına işaretler koyduğunuz bir kitabı elinize alıyorsunuz, o anda sadece bakmak için. Sonra altı çizili, yanına çıkma yapılıp not düşülmüş yerlere ilişiyor gözleriniz ve burası ilginç, hay Allah bunu kullanabilirim! Eğitim bakımından anlamı nedir? soruları ile başlıyorsunuz yeniden okumaya ve kitap sizi alıp götürüyor.
Mitch Albom gazeteci, film metinleri (senaryo) yazarı, müzisyen, film yapımcısı ve radyo sunucusu. Ününü, 1978 yılında Brandeis üniversitesinde sosyoloji dersleri aldığı hocası Morrie Schawrtz olan ilişkilerinden esinlenerek yazdığı “Öğretmenim Morrie’yle Salı Buluşmaları” kitabı ile kazanmış. Aslında Mitch Albom hemen tümüyle bu kitabı ile anılmaktadır. Kitap Amerikada dört yıl “çok satanlar” listesinde kalmıştır. Ben bu kitabını henüz okumadım ama notuma aldım. Kitap, okumak böyle bir şey. Bir sayfa ile bir kapı açıyorsun, arkasında bir başka kapılar açılıyor; her kapı bir başka güzelliğe ya da gizeme çağırıyor.
Yaklaşık 2000 yılına kadar çok farklı kamu, özel kurum ve kuruluşlarında İKY birimlerinin kurulması, yönetimi kapsamında, sık sık “Zaman Yönetimi” konusunda yetiştirme, geliştirme programları gündeme gelirdi. Dönemin ulaşabildiğim tüm zaman yönetimi, planlama, verimlilik, etkililik v.b konularını, kapitalizmin o, “az zamana daha çok üretim sığdırmak” düşüncesiyle ortaya koyulan ilkeleri sayıp döküp işlemeye çalışırdım. Yaklaşık on beş, yirmi yıldır sadece zamanın göreceli özelliğinden ve onu çok az kontrol edebilme gücümüz olduğundan sözediyorum; “planlarınızı taşa değil kağıda yazın” deyişini çok sık vurguluyorum.
Sanırım tanıyan herkes biliyor benim uzmanlık alanım eğitim. Akademik kurumlarda doğada bir bütün olan bilimin başına gelen, bu alanın da yani eğitimin de başına gelmiştir. Sözde anlaşılmasını, çalışılmasını kolaylaştırmak, uzmanlaşmak için o bütündeki eğitim alanı, akademik ortamda “eğitim, ekonomisi, sosyolojisi, tarihi, planlaması, yönetimi, teftişi, ilköğretimde eğitim, ortaöğretimde…” diye dallara ayrıldı; daha doğrusu dallandırıldı budaklandırıldı.
Benim alanım eğitim, doğru. Ancak ben bu alanın neleri içerdiğinin bilincindeyim. Edebiyat, fen, şiir, matematik, spor, roman, film, hikaye, müzik, şarkı,resim, heykel, felsefe, matematik… Hepsi hepsi bana göre “eğitim” için, benim alanım olarak var. Ben hepsinde eğitim için dolaşır, geziniri. Bu alanların tümünü ziyaret ederim, konaklarım, bazen takılıp kaldığım bu farklı alanlarda uzun uzun okumalar yaptığım bir anlamda yatıya kaldığım da olur. Mitch Albom’un Zamanı Anlamak kitabını da böyle okudum.
Albom, zamanı ilk ölçmeye çalışan Mezopotamyalı DOG’un sade, doğal yaşamını anlatarak başlıyor hikayesine. Hikayenin özeti şöyle:
“Dünyanın ilk saatinin mucidi, Tanrının en büyük lütfu olan zamanı ölçmeye kalkıştığı için cezalandırılıyor. Yüzyıllarca hapis kalacağı bir mağaraya sürülüyor ve kendisinden sonra gelen tüm insanların daha fazla gün, daha fazla yıl isteklerini dinlemek zorunda bırakılıyor. O ilkel saatçi, zaman sayıcısı bu duruma daha fazla katlanamayacak duruma gelmek üzereyken, şartlı olarak azat ediliyor. Kendisine verilen sihirli bir kum saati vasıtasıyla yeryüzünde yaşayan insanlar arasında seçeceği iki kişiye zamanın gerçek anlamını öğrettiği takdirde affedileceği iletiliyor.
Dor – ilk zaman sayıcımız – kendisi tarafından masumca başlatılmış olan “zaman sayma” sevdasının artık tamamen egemen olduğu günümüz dünyasına geri dönüyor ve seçtiği iki yol arkadaşı ile bir seyahate çıkıyor. Bu yol arkadaşlarından birisi, sevdiği uğruna yaşamaktan vazgeçmek üzere olan bir genç kız; diğeriyse sonsuza kadar yaşamak isteyen zengin ve yaşlı bir iş adamı. Hikayenin kurgusuna göre kendisinin kurtulması ancak bu iksine zamanın anlamını öğretmesine bağlı.
Üç çift, ilk zaman sayıcı Dor ve eşi Alli, romanın genel gidişinden Mezopotamya da yaşayan fakir bir aile. İkinci çift, yeni yetmelik çağında lise öğrencisi Sarah ve annesi. Üçüncü çiftimiz zengin, hatta çok zengin bir iş adamı Viktor ve eşi. Bu kısa fakat yeterli olduğunu sandığım açıklamadan sonra kitaptan, onların konuşmalarından veya onlara söylenenlerin mesleğimiz açısından altını çizdiğim, yanına notlar çıktığım bir anlamda ilginç olanlarını siz meslektaşlarımla paylaşmaya geldi sıra.
Gerçekte dört bir yanımızda, doğada zamanı saymaya/ölçmeye gerek duymayan bir dünya vardır. Kuşlar geç kalmaz. Köpekler saatlerine bakmaz. Rüzgarın geç kalmış olmak kaygısı, geyiklerin doğum günlerini unutmak gibi bir dertleri yoktur.
Zamanı sadece insanoğlu sayar. Saati geldiğinde sadece Müslümanlar ezan okur, her saat başı Kiliselerde çan çalınır. Uçağın, trenin kalkış saati duyurulur yolculara sık sık. Bu yüzden, başka hiçbir yaratığın katlanmak zorunda kalmadığı felç edici zaman korkusundan, zamanın bitmekte olduğu korkusundan yalnızca insanoğlu muzdariptir. Mevsimleri ve takvimleri öğreten öğretmenlerin çocuklara bunları da anlatması, buldurması, düşündürmesi gerekmez mi?
ÇOCUKLAR BÜYÜDÜKÇE KENDİ YAZGILARINA SÜRÜKLENİRLER.
Diyor yazar.
Bu cümle bir öğretmen seçme sınavında kullanılabilir gibi geliyor bana. En azından ben bunu “yüksek lisans grubumla” eğitimle ilgili bir tahrir konusu yapabilirim.
Onların zamanında, zamanı ilk saymaya başladıklarında, aileler birlikte yaşardı anne babalar, çocuklar, torunlar aynı çatı altında. Oğullardan biri çok ancak zengin olduğu takdirde kendine ayrı ev açabilirdi. Dor, Kule (Babil) inşaatında çalışan köleleri saymaya başladığında kaderini belirledi. Kilden bir tablet üzerine çentikler atarak güneşin gökyüzündeki izini işaretledi. Bilimin sonradan başkalarının başarı hanesine yazacağı çeşit çeşit zaman ölçümleri yaptı. Ve sonu geldi.
Okulda çocukların gökyüzünü inceleyip bulutlu, açık diye tanımladığı, hava sıcaklığını, rüzgar yönünü belirleyip kaydettiği grafikler ne anlamlı çalışmalardır. Okullardaki bu çabaları daha derinlere indiremiyoruz. Havayı, ısıyı öğretiyoruz, ısı ölçme araçlarını tanıtıyoruz, tekniğini veriyoruz da, öğrencilerimizin evinde, tanesi bir liraya satılan “termometre“, beş liraya kolayca alınan kol saati yok çoğu kez.
“Bir çok ergen kız gibi Sarah da annesini büyük bir utanç kaynağı olarak görüyor.Ona göre Lorrain (annesi) çok konuşuyor. Çok makyaj yapıyor.Hayatı ya Sarah’ya ayar vermekle – “Kamburunu çıkarma, Saçını başını düzelt ” ya da Sarah’nın o eyalwtte bile yaşamayan babasını arkadaşlarına şikayet etmekle geçiyor. Tom (kocası) şöyle yaptı, Tom böyle yaptı, Tom nafakayı yine geciktirdi. Eskiden daha yakındılar, ama son zamanlarda anne kız birbirlerini hiç anlayamıyorlar. Birbirlerini şaşkına çeviriyorlar. Sarah erkeke arkadaş meselelerini annesi ile konuşmuyor. Gerçi şimdiye kadar konuşabileceği bir mesele de olmadı ya.”
Ah bu anne babalar şu yeni yetme dönemini bir anlayabilseler!
“Sarah okulda fen derslerinden çok iyiydi. Ne faydası olur, diye düşünürdü bazen. Lisede önemi olan tek şey göze çarpmaktı (popülerlikti). Bu da genellikle dış görünüşe bağlıydı. Biyoloji sınavlarında soruları bir çırpıda cevaplandırabilen Sarah, aynadaki görüntüsünü hiç beğenmediği gibi başkalarının da kendisi ile aynı fikirde olduğunu düşünürdü: Ela gözlerinin birbirine olan uzaklığı; kuru dalgalı saçları; ayrık dişleri, annesi ile babasının ayrılmasından sonra aldığı ve bir türlü veremediği kiloları. Üst tarafı zaten yeterince iriyken, alt tarafı gereğinden fazla iriydi ona göre. Annesinin arkadaşlarından biri onun için, ‘büyüdükçe güzelleşebilir‘ demişti. Sarah bunu iltifat olarak almamıştı tabii.
Lise son sınıfta, on yedi yaşındaydı Sarah ve çoğu çocuk onu fazla akıllı, fazla tuhaf ya da hem akıllı, hem tuhaf buluyordu. Dersler Sarah için hiç enteresan değildi. Can sıkıntısına dayanabilmek için genellikle cam kenarındaki sıraları kapardı. Çoğu zaman defterine resimler çizer, kimse görmesin diye dirseğini siper ederek kendi somurtuk portrelerini yapardı.”
Galiba dünyanın çok yerinde okul, ders ortamları pek mutlu etmiyor çocukları.
Zaman içinde aşklar ve evlilikler değişime uğrarlar. Kitaptan aşk, evlilik, iş ve zaman dengelemesinin işlendiği bir dilimi sunmak isterim meslektaşlarıma.
“Önceleri birlikte çok şey yaptılar: Tenis oynadılar, müzeleri gezdiler, Brezilya’ya, İtalya Roma’ya gittiler. Ama Victor’ın işleri katlanarak büyüdükçe eşi ile ortak faaliyetleri azaldı. Victor yalnız seyahat etmeye başladı; çalışmaya uçakta başlıyor, gittiği yerlerde devam ediyordu. Tenis oynamayı bıraktılar. Müze gezileri seyrekleşti. Hiç çocukları olmadı. karısı bundan pişmanlık duyardı. Bunu yıllarca Victor’a söyleyip durdu. Daha az konuşmalarına sebep olan şeylerden biriydi bu.”
“Zamanla evlilikleri eski heyecanını yitirmeye başladı. Karısı, Victor’ın sabırsızlığından, herkeste kusur bulma eğiliminden, sofra başında birşeyler okumasından ve iş görüşmeleri uğruna her türlü sosyal etkinliği yarıda bırakmaya istekli olmasından rahatsızdı. Victor onun küçük azarlarına tenezzül etmiyor, çıkmaya hazırlanması uzun sürdüğü, kendisini durmadan saate bakmak zorunda bıraktığı için onu paylıyordu.Yıllar geçip malları mülkleri – evleri, özel jetleri – çoğaldıkça birliktelikleri daha ziyade bir göreve benzemeye başladı. Birlikte ama ayrı yaşıyorlardı.”
Aşk, evililik, mutluluk için arayışlarda olan meslektaşlarıma yol göstermek için aldım bu satırları. Kötü haber değil sadece gerçek bir haberim var:
Ne zaman bilmiyorum ama ölüm bizi almaya geliyor.
Muazzam güç sahibi diğer insanlar gibi Victor da kendisinin bulunmadığı bir dünyayı hayal edemiyordu. Hayatta kalmaya neredeyse mecbur hissediyordu kendini. Yakalandığı kanser ayağına takılan bir taştı yalnızca. Onun için asıl engel, insani olan ölümlülüktü. Yakın danışmanları ona kriyoniks biliminden, insanların ileri bir tarihte yeniden canlandırılmak üzere dondurularak muhafaza edilemesinden söz ettiler. Victor inanamadı.
Ölümü yenemezdi.
Ama belki atlatabilirdi.
Ölüm zamanı hatırlatan en temel duygudur. Allahın emri. Ayrılık, buluşmanın umudu, ama hepsi zaman istiyor. “İnsanoğlu saatleri saplantı haline getirdikçe, kaybolan zamanların kederi insan kalbinde kalıcı yaralar açıyor. Çünkü insanlar ne kadar yaşayacakları konusunda endişeler üretmeye başlıyorlar. Hayatın anlarını sayıyor olmak, geri sayımı da beraberinde getiriyor. Kitapta çizdiğim bir cümle var sırada:
İnsan Tanrı’nın önceden yaratmadığı hiç bir şeyi icat edemez.
Cümle sanki bir anda bilimsel düşünme, keşif, icat eylemlerini yok sayar gibi görünüyor. Ama bence bu anlatım, bilginin, bilimin doğada varolduğu gerçeğinden hareketle, bilimsel araştırma veya girişimlerin o varolanı bulmaya tanımlamaya yönelik olduğu gerçeğini ifade ediyor gibi.
Akıl hareketsizlikten körleşir. En azından küçük bir taşın ucunu sivrilterek bir yeri delmeye çalışmak beyne iyi gelir. Elimizde yapacak hiçbirşeyiniz kalmadığı zaman “kendinize kendi yaşam öykünüzü anlatın.”
Hiçbir zaman çok geç ya da çok erken değildir.
Her zaman ne zaman olması gerekiyorsa o zamandır.
Yaşamda da bir plan vardır.
İlk zaman ölçmeye toprağa sapladığı bir sopanın gölgesini izleyerek başlamıştı Dor. Sonraki her nesil onun biçimini işleyip geliştirmeye kararlı oldu. Hepsi hayatın anlarını daha da yanlışsız saymaya çalıştı. Başlangıçta şehir meydanlarına güneş saatleri, devasa su saatleri yapıldı. daha çok kişi tarafından görülebilecek yüksek yerlere saat kuleleri inşa edildi. İzleyerek ayaklı duvar saatleri ve nihayet rafa konulabilecek büyüklükte masa saatleri yapıldı. Sonrasında Fransız bir matematikçi bir saate ip bağlayıp bileğine dolamış, böylece insan zamanı vücuduna takıp üstünde taşır oldu.
Giderek zaman bir sanayi halini aldı. İnsanoğlu dünyayı saat dilimlerine böldü. İnsanlar sabahları çalar saatle uyandırılıyor. Kurumlarda ‘çalışma saatlerine‘ uyulması isteniyor. Çalışanların en büyük zevki, beklentisi işten çıkış saati oldu. Okullarda, ders, ders yılının başlaması, bitmesi, mevsimlere saatler ayarlanmaya başladı.
Günümüzde de okulların saat gibi işlemesi öngörülüyor ama, çoğu sınıfta bir saat yok.
Bir zamanlar uzak kıyılarda yaşayan sevgililer, mum ışığında oturup kalemlerini mürekkebe batırarak kağıda asla silinemeyecek sözler yazarlardı. Düşüncelerini derleyip toplamaları bütün akşamlarını, belki de ertesi akşamlarını da alırdı. Mektubu postaya verirken üstüne bir isim, bir sokak, bir şehir ve bir ülke yazarlar arkasına mum eritip mühür basarlardı. Lise öğrencisi Sarah böyle bir dünyayı hiç tanımamıştı. Hız artık sözlerin niteliğini gölgede bırakıyordu. Sürat her şeyden önemliydi.
Evrende sabit olan harekettir. Zamanla birlikte hep varolan şey harekettir. Güneşin batışı, suyun damlayışı, sarkaçlar. kumun dökülüşü. İnsanın yazgısını değiştirebilmesi için hareketlerin durması gerekir. Bu bakımdan iki tür vardır: hareket edenler ve ölüler veya günümüz deyişi ile hızlılar ve ölüler.
Sona yaklaştık. İnsan, doğduğundan beri sona yaklaşır. Kitaptan altını çizdiğim deyişlerin birkaçını alt alta sıraladım. Eğitimle nasıl ilişkilendirirsiniz bilemem.
Çaresiz bir kalp aklı baştan çıkarır.
Bazen beklediğin sevgiyi alamadığın zaman, verirsen alabileceğini düşünmelisin.
Her istediğini alabilen kişi hiçbir şeyi kolay beğenmez.
Anıları olmayan adam bir kabuktan ibarettir.
Hepimiz kaybettiklerimizi özleriz. Ama bazen sahip olduklarımızı unttuğumuz olur.
Alfabeyi öğrenince hecelemeyi, hecelemeyi öğrenince de kelimeleri öğreniriz.
Okumayı öğrendiğimiz an bütün bilgilere erişim kazanıyoruz.
Aklı ve gözü saatte kalan herkes bir çeşit bedel öder.
Çocuklar zamanı geri çevirmeyi çok nadir isterler. Genellikle aceleleri vardır. Okulda dersin
bitip, zilin çalmasını isterler. Doğum gününün gelmesini isterler.
Ve umut kaybolduğunda, zaman cezaya dönüşür.
Doğmuş olan herkes her an ölmektedir.
Hiçbir zaman çok geç veya çok erken değildir.
Tanrının seçtiğini biz durduramayız.
2 yanıt
0gmthl
cialis promethazine theoclate tablet uses in english S P 500 futures fell 14 points and were below fairvalue, a formula that evaluates pricing by taking into accountinterest rates, dividends and time to expiration on thecontract does propecia really work Null associations were observed when using an active comparator analysis fully adjusted OR 1