İnsanoğlunun başarmaya çalıştığı temel sorunlardan belki birincisi ölümsüzlüğe ulaşmak ise ikincisi, geleceği bilmektir herhalde. Birincisi için Gılgameş ömrünü bir destana verdi. Krallardan yalın insanlara kadar herkes, rüyalarını yorumlayarak, yıldızlara, burçlarına bakarak, fallara falcılara, müneccimlere koşarak bir zaman sonra neler olacağını, kendisini nelerin beklediğini öğrenmek isterler. Koca koca imparatorlar, padişahlar, krallar, kraliçeler, köylüler, çiftçiler, evliler, bekarlar hep geleceğin merakı içinde yaşarlar. Toplumlar da geleceklerini merak ederler. Kestirimciler, ulusal ve uluslararası falcılar her yeni yılın arefesinde toplumların falına bakarlar: Savaşlardan, devlet başkanlarının sağlığından, bin bir türlü olayın gerçekleşeceğinden söz ederler. İnsanların kendilerine ait gelecek kestirimlerinin bir yöntemi de avuç içindeki çizgileri yorumlayarak, özellikle ömrün uzunluğunu kestirim uygulamasıdır. Toplumlar gelecekleri için avuçlarındaki çiziklere bakacaklarına avuçlarındaki yığın kitlelere, çocuklarına bakarak kendilerinin ve toplumun geleceğini daha kolay kestirebilir, hatta yönlendirebilirler. Avuçlarımızdaki gelecek, çocuklarımızdır.
Nedense yetişkinler çocuklarının kendileri gibi mükemmel olamayacağı kaygısı ile onları kuşku ile izlerler. Bu yaklaşım çok eski bir alışkanlıktır. Örnek olarak M:Ö 700 yıllarında yaşamış Antik Yunan Şairi Hesiodos’un İşler ve Günler isimli şiirini verebilirim. Şiirde çocukların ailenin şerefini koruyamayacakları derin bir kaygı olarak ifade edilmektedir. Yaklaşık 2700 yıldan beri, her çağda toplum çocukların aileleri ile bağlarının koptuğu, ana babalarına bakmayacakları kaygısını, her yeni neslin kötü yetiştiği kanısını sürdürüyor. İşte şiirin tümü aşağıda:
Ne babayla oğul, ne misafirle ev sahibi,
Ne dostlar arasında, kalmayacak müşterek bir bağ.
O eski kardeş sevgisi yok olup gidecek.
Çocuklar şerefini beş paralık edecek ana babaların
Tanrı sevgisi bilmeyen bu sefil insanlar,
Kendilerini besleyenleri beslemeyecek.
Aldatacaklar ihtiyar anne babalarını.
İnsanlar birbirini şehirlerini yok edecek.
Hor görülecek sözünün eri, adil ve iyi insanlar.
Küstahlara ve kötülere methiyeler düzülecek.
Kudretli olan haklı olacak ve eser kalmayacak ardan, hayadan.
Hile dolu kelimelerle konuşup yalancı yeminler ederek
İyilere fenalık yapacak insanlar.
Merhametsiz, asık suratlı ve şer tutkunu haset
Eşlik edecek zavallı insanlara her gittikleri yerde.
Yetişkin olarak bir an durup geçmişimizden ne kadar uzakta bir yerlerde olduğumuzu algılamaya çalışırsak çocuklarımızın ve gençlerin yolu açılacak. Allah yavrularını anne babanın avuçlarına bırakırken onları beden, ruh ve zihin bütünlüğü içinde sunuyor. Biz yetişkinler anne baba olarak, kurduğumuz örgütler aracılığı ve tüm toplum onların beden, ruh ve zihin bütünlüğüne biçim vermeye, ruhlarını ve zihinlerini biçimlendirmeye çalışıyoruz. Çocuk Allah’ın bir hikmeti, evrenle bağlantılı bir bütünsellik içinde mükemmel bir varlıktır. Bu cümleyi daha anlaşılır yazabilmek için hemen herkes tarafından kullanılan bir terimi kullanmak gerekirse, insan ve dolayısıyla “çocuk doğanın bir parçasıdır.” Yürüttüğümüz hemen her türlü “yetiştirme”, “talim terbiye” girişimi çoğu kez çocuğun evrene ilişkin bu bağlantısal bütünlüğünü bozmaktadır. İnsan düşüncesi ile kendini ve evrendeki yerini algılamak durumundadır. Birkaç gün önce bir tarlada bu yıl ilk kez leyleği gördüm; toprakta solucan arıyordu. Geleceği ilişkin konumumu gördüm ilk önce, “bu sene seyahat etmeyeceğimi”; çünkü “leyleği havada” değil yerde gördüm. Sonra solucanı düşündüm; toprağı işleyerek bereketini artıran bu canlının 383 nöronu var, benim bir milyar. Ancak leyleksiz, solucansız bir dünyada ben neden varım ve neden onlara üstünlük taslıyorum. Yaratıldığımız bu dünyada “eşrâfı mahlukât” olmak için bu sıfatımızı korumak, şerefli davranmak için tüm varlığın bütünselliği içindeki yerimizi kabullenmemiz gerekiyor.
Biz, yetişkinler olarak, evrenin bu bağlantısal bütünselliği içinde kendimizi “insan için yaşam” algılamasından, “yaşam için insan” ilkesine yüceltmemiz, daha doğrusu indirgememiz gerekir. Yaşam içinde her şey diğeri ile eşdeğerlidir. Bu nedenle “insanı yaşam içinde gören” bir bakış açısıyla eğitimi gözden geçirmek, düzenlemek zorundayız. Bugüne değin hep bilimi özellikle fen bilimlerini doğayı tanımaktan öte onu kontrol etmek, onunla başa çıkmak amacıyla vermeye çalıştık. Dünyayı evrenin merkezi, insanın karargahı olarak tanıttık. Dut yaprağı, ipek böceği, koza, tırtıl, kelebek arasındaki ilişkiyi açıklamadan ipeği görmeyi alışkanlık haline getirdik. İnsanı zihnen en güçlü varlık olarak tanımlamakta ısrar ediyoruz. Eğitimi insan için tasarlamak ve uygulamaktan vazgeçip; yaşam için eğitim fikrine ulaşmaya çok zamanımız kaldığını sanmıyorum. Eğitim sadece insan için değil, “yaşam için” kavramında verilmelidir.
Yukarıdaki satırlarda açıklamaya çalıştıklarım, bir kısım meslektaşlarımız için kuramsal, felsefi, uygulamadan, hatta hayattan ve gerçeklerden kopuk veya uzak düşünceler olarak tanımlanabilir. Bir bakıma doğrudur; benim burada verdiklerim yepyeni bir düşünce akımının, düşünce biçiminin yönergeleridir. Bu yeni bilimsel düşünce biçimi ile
Determinizmin yerini olasılık,
Diyalektiğin yerini bağlantısal bütünlük
Beden-zihin-bilinç ayrılığının yerini, bütünlüğü almaktadır.
Biz eğitimciler, eğitim ve okul yöneticileri olarak öğrenim süreci kapsamında bireyin gelişimi için bize önemli ipuçları veren beyin, genetik, özellikle epigenetik ve büyük bağlantısallık çalışmaları, araştırmaları ve bulguları ile yakından ilgilenmek konumundayız. Bunları üst yönetimden “Bakanlıktan” beklemek çok geleneksel ve sonuçsuz bir yönelimdir. Şimdi camiadan herkesin, deliler gibi okuması, izlemesi, dinlemesi, yazması konuşması zamanıdır. Dolu dolu öğretmenler, okul ve eğitim yöneticileri avuçlarımızdaki gelecek olan çocuklarımız için “daha farklı” neler yapabileceklerinin düşüncesi ve çabasında olmaları gerekiyor. Okuyan kendini geliştiren bir öğrenim takımı için geleceği tahmin etmek çok kolay: Çocuklarımız bize, onlara sağladığımız, hazırladığımız, yaşattığımız çevrelere göre cevap vereceklerdir. Çocuklarımızın genetik yapılarını bozmadan, fıtratlarına uygun, beyinlerinin 2 üssü 1.000.000.000 (bir milyar) çözüm yeteneğini unutmadan ve kendileri için değil, evrenin bütünselliğinde yaşamak için yetiştirilmelerini izlence olarak öneriyorum.